İçindekiler

Bölüm 17. İblis'in Hikâyesi


İblis diğer adı ile Şeytan, İslam kaynaklarında insanlığın en büyük düşmanı ve kötülüğün sembolüdür. Semavi dinlerin yapısı içerisinde çok önemli bir görev üstlenmiştir. Kaynağını Musevi inancına kadar geri götürebildiğimiz Şeytan, Hıristiyan ve İslam inancında değişim göstererek, bir “düşman karakter” olarak karşımıza çıkar. Şeytan ve iblis kelimeleri İslam inancında birbirlerinin yerine kullanılmıştır ama arada ince bir ayrımın olduğunu belirtmek gerekir. Kuranı Kerim'de şeytan, çoğul olarak da kullanılır ve iblis sözcüğüne göre daha kapsayıcı bir anlamı vardır. Aynı şekilde Hıristiyanlık'ta da, “satan” ve “diyabolos” sözcükleri arasında böyle bir ikili kullanım mevcuttur. Şeytan ve iblis sözcüklerinin kökenbilim açısından farklı yorumları bulunuyor. Bu iki kelimenin İbranice, Arapça ve hatta Helence kökenleri olduğuna dair varsayımlar öne sürülmektedir. Şeytan sözcüğünü, İbranice “satan” (muhalif anlamında) ile ilişkilendirmek makul görünmektedir ki ayrıca belirttiğimiz gibi “satan” Hıristiyan kaynaklarına da (Yeni Ahit gibi) geçmiştir.

Burada ilgi çekici olan “iblis” kelimesidir. Helence “diyabolos” (lat. diyabolus), iblis kelimesinin kökeni olarak gösterilir. Diyabolos (Batı dillerindeki yazılışı ile diabolos), yine Helence olan diyabaleyin (diaballein) sözcüğünden gelmektedir. İftiracı anlamına gelen bu sözcük, Hıristiyan geleneğinde İbranice'deki satan kavramına karşılık olarak kullanılmıştır. Yeni Ahit'in yazıya geçirildiği ilk dillerden biri Helence'dir. Hıristiyanlığın İbrani kökenlerini de hesaba kattığımızda, İncil'de Helen kökenli diyabolos ve İbranice satan sözcüklerinin birlikte yer alması şaşırtıcı değildir. İblis'in köken olarak diyabolos sözcüğünden gelmesi mümkün; ama biz işi biraz daha karıştırmayı tercih edelim. “İftiracı”, İblis için uygun bir sıfat ama açıkçası onu tam olarak tasvir ettiği (özellikle İslam düşüncesi çerçevesinde) söylenemez. İblis'in kökenini yine Helen diline ama farklı bir sözcüğe bağlayabilir miyiz? İçerik bakımından çok daha uygun bir seçenek var gibi. Şimdi bu sözcüğü biraz irdeleyelim.

Kökeni Helence olan “hübris” sözcüğü, pek çok Batı dilinde “kibir, kendini beğenmişlik” ve benzeri anlamlara gelmektedir. Bu kavram, Helen toplumunda önemli bir değer yargısına karşılık gelmekteydi.* Her türlü güç, mevki ve ayrıcalığı kötüye kullanmak anlamına da gelen hübris, toplum bilincinde en ağır suçlardan biri olarak görülüyordu. Efendinin köle üzerinde uyguladığı her türlü suistimal de bu suçun kapsamına girmekteydi. Antik metinlere göz gezdirdiğimizde, hübris suçunun oldukça geniş bir kapsama alanı olduğunu anlıyoruz. Kavram, Helen edebiyatı içerisinde, gerek sosyal yaşantıda meydana gelen ve mahkemelere taşınan olaylarda, gerekse destansı anlatılarda kahramanların zaaflarının bir vurgusu olarak karşımıza çıkar. Aşağılamak, kibir göstermek ve istismar etmek, kavramın belirleyici yanlarını özetlemektedir. İlahlara hakaret etmekten cinsel istismara** kadar uzanan kapsayıcı içerik, kavramın toplum yaşantısındaki büyük etkisini yansıtır.

Hübris suçu ile ilgili, antik metinlerde geçen örneklerin bazılarını sıralamak açıklayıcı olacaktır. Ahilevs'in Hektor'u yendikten sonra onun bedenini yerde sürükleyerek aşağılaması ve cesedin yakılmasını geciktirmesi (ölüye karşı saygısızlık), Timarkus'un para karşılığı cinsel ilişkiye girmesi ve dolayısı ile kendi bedenine karşı hübris suçunu işlemesi**, Turoya savaşı sırasında, Helen kuvvetlerinin Ahilevs'ten sonraki en büyük savaşçısı olan Ayaks'ın, düşmanlarıyla çarpışırken tanrıların yardımına gerek görmemesi (Tanrılara karşı saygısızlık) bir tür hübris suçu olarak dile getirilmiştir.

Hübris kavramı, mitoloji dünyasında yalnızca temel bir ahlaki değer yargısı olarak yer almaz. Mitolojide sıkça yapıldığı üzere, “kişileştirme”, kısmen hübris kavramına da uygulanmıştır. Hübris, mitolojik bir karaktere büründürülür. Küstah, ahlaksız ve zorba bir tanrıçadır artık. Açgözlü ve küçümseyici Koros, onun büyük tanrı Zevs'ten (Zeus) doğan oğludur.*** Antik kaynaklardaki bir diğer anlatıma göre ise, Hübris, tanrı Pan'ın annesidir.* Pan bilindiği gibi, keçi ayaklı ve boynuzlu görünümüyle tekinsiz bir tanrıydı. Çobanların ve sürülerin koruyucusu Pan, vahşi doğada (özellikle dağ ve ormanlar) elinde ünlü panfülütü ile tasvir ediliyordu. Düşünmeden hareket etmesi nedeniyle insan doğasının karanlık tarafının bir temsiliydi. Helen kültüründe çok olumsuz bir karakter olarak tanımlanmamıştır; ama Roma ve Hıristiyanlık ile birlikte, Pan'ın doğası da kötülüklerin merkezi hâline getirilir. Aynı şeytan sözcüğünde yapıldığı gibi (örneğin Kuranı Kerim'de), Pan'ın da ara sıra çoğul anlamda kullanıldığına şahit oluyoruz. Dahası, özellikle Hıristiyanlıkta, Pan'ın dış görünüşü giderek Şeytan'a atfedilir ki bu tasvir, birazdan vurgulayacaklarımız açısından oldukça manidardır. Şimdi, mitolojik geçmişi bu noktada bir kenara bırakalım; çünkü konuyla ilgili daha ilginç tesadüflere değineceğiz.

İblis ve hübris sözcükleri arasındaki ses benzerliği bir yana, taşıdıkları anlam bakımından ilgiye mazhar bazı ilişkiler mevzu bahistir. Özellikle İslam inancında, İblis'in işlediği günahların başında “kibir” gelir.* Kendini insandan üstün görmesi ve bununla da yetinmeyip Allah'a karşı çıkması, tam olarak “hübris” suçunu oluşturmaktadır. Hem başkasını küçümsemiş hem de ilahî olana saygısızlık etmiştir. İblis, antik dünyanın en büyük suçunu işlemiştir.

Konunun dikkate değer bir başka yönü ise Kuranı Kerim'de iblis ve şeytan sözcüklerinin geçtiği bölümler ile ilgilidir. Bu iki kelimenin eş anlamda kullanıldıklarını belirtmiş ve aralarında ince bir ayrımın olduğunu vurgulamıştık. Bununla birlikte, bu iki sözcüğün Kuranı Kerim metni içinde tercih edilen yerlerine dikkat ettiğimizde farklı bir boyutu yakalamak mümkün olabilir. Allah'ın, meleklere (ve İblis'e) insanın önünde secde etmelerini buyurması ve İblis'in buna karşı çıkması, yalnızca İslam inancının kutsal kitabı Kuranı Kerim'de geçmektedir.* Dolayısı ile Musevi ve Hıristiyan inanışında bulunmayan bir anlatımın olduğunu işaret etmek önemlidir. İlgi çekici olan ise bu yeni anlatımın olduğu bölümlerde, iblis sözcüğünün tercih edilmesidir. Hübris suçunun işlendiği bölümde, iblis adının kullanılması anlamlıdır. Anlatımın devamında ise Adem ve Havva'nın cennetten çıkmasını (veya kovulmasını) sağlayan İblis değil bu sefer Şeytan'dır. Adem ve Havva'nın tuzağa düşürüldüğü bölümde, İbranice satan'dan gelen (kuvvetli bir ihtimal olarak) şeytan sözcüğünün kullanılması bilinçli bir seçimi çağrıştırmaktadır. Bu bölüm, daha eski olan Yahudi İncili'nde (Tekvin bölümünde) geçmektedir ve buradaki anlatım İslam inancına fazla değişmeden aktarılmıştır. Dolayısı ile Eski Ahit'te geçen bir kelimenin bu bölümde yer alması mantığa uygundur. Kuranı Kerim'de, Şeytan ve İblis ile ilgili nerede atıf yapılıyorsa, orada eğer Allah'a karşı gelme suçu işleniyor ise iblis, Adem ve Havva'nın kandırılması veya başka konularda, şeytan adının tercih edildiğini görüyoruz. Sonuç olarak, iblis ve şeytan sözcüklerinin Kuranı Kerim içerisindeki kullanımında, kökenleri ile bağlantılı bir seçimin yapıldığı ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir.


assos.city



Bölüm 18. Sömürü Düzeni ve Ünlü Köleler


Hübris kavramı üzerinde durma nedenimiz, Helen kültüründeki sosyal bilincin küçük bir bölümünü okuyucunun gözünde canlandırma amaçlıydı. Efendi ile köle arasındaki ilişkiyi irdelemek, sosyal yapıda, köleliğin nasıl bir çerçeve içinde kendine yer edindiğini anlamak için önemlidir. Helen kültüründe, “olması gereken” üzerine yapılan vurgu, ülküsel (ideal) olanın sorgusuna dönüşmüştür. Pilaton'un felsefi sisteminde somutlaşan bu tutum, düşünce geleneklerini yüzyıllar boyunca etkileyecektir. Helenler “düşünmeyi” bir yaşam biçimi olarak benimsemelerinden itibaren, birey ve toplumu ilgilendiren her konuda “olması gereken” (ideal olan) üzerine kafa yormuşlardır. Efendi-köle ilişkisi de vurguladığımız bu arayışa dahildir. Bu nedenledir ki, antik Helen sosyal hayatındaki köleliği, haklı tarafı olsa bile, salt bir “sömürü” düzeninden ibaret görmemeliyiz. Karşılıklı çıkara dayalı bir “ortak yaşam” söz konusudur. Bununla birlikte, bazılarının, söz konusu ortaklıktan daha fazla yarar sağladığı sugötürmezdir. Efendiler, özellikle kent hayatını paylaştıkları kölelerin değerini biliyor ve kuşkusuz ona göre davranıyorlardı; ama öyle yapmalarını gerektiren toplumsal değer yargıları da mevcuttu. “Hübris” onlardan biridir ve hak sahiplerinin ellerindeki gücü istismar etmelerini önlemeye yönelik, manevi ve hatta hukuksal bir düzenlemedir. Helen toplumunda kibir (hübris) göstermek, sosyal hayatın her alanında lanetlenmiş bir davranış biçimiydi.

Antik döneme ait elimize geçen pek çok vasiyet belgesi, betimlemeye çalıştığımız efendi-köle ilişkisinin kendine has yapısına örnek gösterilebilir. Bu metinleri incelediğimizde, efendilerin kölelerinden iyi duygular ile söz ettiklerini öğreniyoruz. Kölelerini ya azat ediyor ya da onlara maddi imkânlar sağlıyorlardı.

Antik Çağ'da köle olmanın farklı yolları mevcuttu. Savaşlarda esir edilen askerler köle olarak kullanılabiliyordu. Köle anne babadan doğmak veya özgür bir yurttaşın ödeme yapamadığı için borçlu olduğu kişiye hizmet etmek durumunda kalması, sık görülen kölelik uygulamalarıydı. Bunların yanı sıra, köleliğin bir tür meslek hâline geldiğini, özel olarak belli alanlarda yetiştirildiklerini de belirtmeliyiz. Kölelikten azat edilmek, ya efendinin kararı ile ya da kölenin kendi özgürlüğünü satın alması şeklinde gerçekleşiyordu. Kölelik sisteminin ekonomik olduğu kadar kültürel açıdan dolaylı bir katkısı daha vardır. Son minvalde, zaten farklı toplulukların bir karışımı olan Helen toplumu, köleliğin sağladığı yeni insan kaynakları ile bu özelliğini devam ettirmiştir. Helen kentlerinde yaşayan yabancıların mevcudiyeti gibi, kölelik de, toplumun farklı kültür ve düşünüş şekilleri ile yoğrulmasını sağlayan önemli bir etkendi.

Doğu ve Batı edebiyatında dilden dile dolanmış, pek çok kültürde anlatısı devam etmiş öyküler vardır. Ağustosböceği ile Karınca, Tavşan ve Kaplumbağa, hemen akla ilk gelenlerden. Ezop Masalları olarak bilinen bu hikâyelerin aktarıcısı Aysopos (Ezop) M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış (tahminî) bir köledir.* Firügya, Samos (Sisam) Adası, Tırakya ve hatta Afrika (Etiyopya) kökenli olduğuna dair varsayımlar vardır. Pek az insana nasip olacak bir şöhretin sahibidir. Öykülerinde, ahlaki çıkarımların ötesine geçen bir hayal gücü ve ilham kaynağı saklıdır. Hayatı ile ilgili fazla bir şey bilinmediği için hakkında uydurma bazı bilgiler de üretilmiştir. Belirtmeliyiz ki Ezop, yalnızca tarihi bir kişilik değildir. O aynı zamanda, efsane ve inanç unsurları ile donatılmış bir semboldür.

Samos Adası, Anadolu'ya yakın olması nedeni ile zengin bir kültürel ortama sahipti. Pütagoras ve Epikuros gibi büyük düşünürler burada yetişmiştir. Böyle bir kültür atmosferine sahip adanın, köleleri bile tarih sayfalarına geçmeyi başarmıştır. Bilgeliği nedeni ile saygı duyulan Aysopos, Samos'ta, sahibi Yadmon'un himayesindeyken yetenekleri doğrultusunda iyi bir eğitim almış olmalıdır. Ünlü hetayra Rodopis, aynı şekilde Yadmon'un bir süre himayesinde kalmıştır. Bu etkileyici kadın, Heredotos'un belirttiğine göre, Aysopos ile de arkadaşlık etmiştir.** Rodopis, bizim bugün Sindirella olarak bildiğimiz masalın ilham kaynağıdır. Bu öykünün ilk şekline Sıtrabon'un eserinde rastlıyoruz.* Sıtrabon, Rodopis ile ilgili bir hikâyeden bahseder ki bu anlatım, Sindirella masalının bildiğimiz ilk biçimidir. Konu, Mısır'daki bir Helen koloni kentinde geçmektedir. Rodopis yıkandığı sırada, bir kartal, sandaletinin tekini alıp kaçar ve sonra onu Firavunun önüne atar. Bunun ilahî bir işaret olduğunu düşünen Firavun, çok etkilenir. Tüm ülkede sandaletin sahibini arattırır. Nihayet, o kişi bulunur ve Firavun da onunla (Rodopis) evlenir. Hikâye bir tarafa, gerçekte de (yine Sıtrabon'un aktardığına göre) Rodopis, Samos'tan sonra Mısır'a gitmiş ve orada Helen edebiyatının benzersiz kadın şairi Safo'nun erkek kardeşini kendine âşık etmiştir. Sevgilisi, Rodopis için büyük bir servet ödeyerek, onu özgürlüğüne kavuşturmuştur. Görüldüğü üzere, Samos yalnız ünlü düşünürlerin değil, yüzlerce yıl anlatılacak masalların da çıkış noktası olmuştur.

Helenistik devrin İslam düşüncesi üzerinde yarattığı etkilerden daha önce bahsetmiştik. Şimdi Ezop'tan söz açılmışken, Kuranı Kerim'deki Lokman Suresi ile olan ilişkiye de vurgu yapmalıyız. Kuranı Kerim'de adının geçmesinden hareketle ve hakkında verilen bilgileri değerlendirdiğimizde, Muhammed'in yaşadığı dönemde, Lokman'ın bilge bir kişi olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Büyük olasılıkla, İslam öncesi dönemde, Arap toplumu içinde ünlenmiş hikmet sahibi bir kahramandı. Kuran'da oğluna verdiği tavsiyeler nakledilir. Lokman Suresi'nde, anne baba sevgisinin önemi, kibirden (hatırlayalım hübris) uzak durmanın gerekliliği ve Allah'a eş koşmamak gibi konulardan bahsedilir. Lokman hakkındaki anlatım, Kuranı Kerim'de sınırlı olmasına rağmen, sonraki İslam kaynaklarında daha fazla bilgi verilmektedir. Lokman'ın masallar anlatıp öğütler veren, bilge bir kişi olduğu kabul edilir.

Ezop ile Lokman arasında dikkat çekici pek çok ortak nokta var. İkisi de bilge insanlardır ve ahlaki değerleri konu alan öyküler anlatırlar. Görünümleri ile ilgili yapılan betimlemeler de uyumludur. Ezop'un çirkin, hatta fiziksel bozukluğa sahip olduğu ifade edilir. Bir başka unsur da siyah derili (Afrikalı) olmasıdır. Siyahi olarak gösterilmesi ve belirtilen diğer fiziksel özellikler, köklerini eski Helen inanışlarından alıyor olabilir.** Helen dinî gelenek ve kutlamalarından biri olan Apaturya, eski dönemlerde yaşanmış efsanevi bir olaya dayanır. Santos (“sarışın olan” anlamına geliyor) ve Melantos (siyah olan) adlı savaşçılar, iki kent arasındaki anlaşmazlığı gidermek için dövüşürler. Melantos bir hile ile Santos karşısında galip gelir. O günden sonra, “hile” ile kazanmanın değersiz olduğunu vurgulamak (bu anlayışı yeni nesillere öğretmek için) ve ölen Santos'u anmak adına böyle bir kutlama ortaya çıkar. Santos ve Melantos'un anlatısı, Helen kahramanlık geleneği ile örtüşür; ama bu söylencenin başka bir sembolik anlamı daha var. Santos yaz, Melantos ise kışı simgelemektedir. Kış, yazı yenerek onun yerine geçer.

Konuyla ilişkili bir diğer gelenek de farmakos* adı ile bilinir. Helen toplumu zor zamanlarda (salgın, doğal felaketler vs. gibi) aralarından bir köle, kötürüm veya suçluyu bu uygulama için seçerlerdi. Seçilen kişiyi taşa tutup döverler, kentten sürer ve kimi zaman da idam ederlerdi. Böylece, kentin taşıdığı günahlardan arınması (evet İsa'nın çektiği çilede olduğu gibi) amaçlanıyordu. Bu gelenek daha sonra yumuşatılmış ve simgesel rutin bir kutlamaya dönüşmüştür.

Şimdi, bu bilgilerin ışığında Ezop'a tekrar geri dönelim. Ezop, çirkin görünümlü bir köle, kötürüm ve siyah derili olarak tarif edilir. Dahası, tesadüf olmasa gerek, Ezop'un Yadmon'dan önceki sahibi Santos isminde bir filozoftur. Ezop, Santos'un karısı ile ilişkiye girer, bir başka ifade ile, Ezop Santos'tan kocalık görevini alır; kış mevsiminin gelip yazın yerini alması gibi. Görüldüğü üzere, Ezop'un hayatı ile antik Helen kültleri arasında simgesel bir anlam ilişkisi bulunmaktadır. Ezop, inanç temelli kalıpların giydirildiği bir kültürel figür hâline getirilmiştir. Peki, Lokman bu tablonun neresinde yer almakta? Mevlânâ, Lokman'dan şöyle söz eder:

İçi manalar ile dolu, görünüşü gece kadar karanlıktı.”*

Mevlânâ'dan hemen sonra yaşamış, ünlü İslam bilgini İbni Kesir de, Lokman'ın Afrikalı siyah bir köle olduğunu çeşitli kaynaklara atıf yaparak anlatır.** Bu kaynaklar arasında, sahabi (Muhammed'e yakın kişi) olan insanlar da vardır. Bu nedenle, Kuranı Kerim'in oluşturulduğu dönemde, Lokman hakkındaki genel görüşün ne olduğuna ilişkin dikkate değer bilgiler vermektedir. Özetlemek gerekir ise, hem Ezop hem de Lokman; bilge, köle ve siyahi olarak tanımlanmaktadır.

Diğer taraftan, bu iki efsanevi kişiliğin öncesinde, onların yaşamlarına ilham vermiş başka bir bilge daha bulunmaktadır. Asurlu Ahikar, (o da Lokman gibi oğluna öğütler verir) en eski yazılı anlatımı M.Ö 5. yüzyıla tarihlenen (Elefantin papirüsleri)* ama olasılıkla söylencesi çok daha eskilere giden, ünlü bir hikâyenin kahramanıdır.* Ezop ve Lokman'ın yaşamları Ahikar'dan esinler taşır. En temel benzerlik (Ahikar'dan diğerlerine geçmiş olması muhtemel), bu üç bilge kişiliğin de önce haksızlığa uğraması ve sonra ilahî adaletin tecelli etmesi ile doğrunun ortaya çıkarılmasıdır. Ahikar'ın oğluna verdiği öğütlerin benzerlerine Kuranı Kerim'de rastlıyoruz. Bir örnek vermek gerekir ise, Ahikar şöyle der:

Oğlum, başını aşağıda tut, sesini alçalt ve saygılı ol. Böylece, samimi bir şekilde yürüyebilir, aptallık etmezsin... Dahası, gülerken gürültü yapma; çünkü bir ev yüksek sesle kuruluyor olsaydı, ağzı kalabalık eşek, her gün birçok ev inşa ederdi...” **

Lokman Suresi'nde ise şu öğüt ile karşılaşıyoruz:

Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.”***

Köle ve zenci sıfatlarının, Ahikar efsanesi ile bağlantısını kurmak zordur. Bu özelliklerin, belirttiğimiz nedenlerden ötürü, Helen kökenli olması makul görünmektedir. Söz konusu ortak noktalar, Helen kültürünün İslam düşüncesi (ve İslam öncesi Arap zihniyeti) üzerindeki etkisine örnek olarak kabul edilebilir. Bu etkileşimin hangi yollar ile gerçekleştiği, elbette bu kitabın amacı ve sınırlarını aşar. Diğer taraftan, daha önce vurguladığımız gibi, Musevi ve özellikle Hıristiyan toplulukların, Helen kültüründen gelen çok sayıda unsurun yayılmasına önayak olduğunu biliyoruz.

Bazı kavramların köken bilim açısından incelenmesi, bahsini ettiğimiz kültürel geçişleri daha iyi anlamamızı sağlayabilir. Bir örnek ile açıklayalım. Farmakos, belirttiğimiz üzere, kenti günahlarından arındırmak için, seçilmiş bir kişinin kurban edilmesi işlemidir. Bu geleneğin, Musevi ve Hıristiyan kültüründe kavramsal (soyut) hâle getirildiğini görüyoruz. Eğer ileri sürdüğümüz varsayım doğru ise, Helen dilindeki farmakos, Aramice'de porkanâ* (veya pirkonâ, perakon)** sözcüğü ile karşımıza çıkmaktadır. Aynı kelime, ihtimaldir ki Arapça'ya furkan olarak geçmiş (Arapça'da p sesi olmadığından f harfi ile karşılanır) ve Kuranı Kerim'de çeşitli anlamlar verilerek kullanılmıştır.***Sözcük, Furkan Suresi'ne adını vermek ile kalmamış, aynı zamanda pek çok İslam bilgini tarafından, Kuranı Kerim'in adlarından biri olarak yorumlanmıştır. Arami dilinde, kurtarma, kefaret manasına gelen porkana, yalnız ses benzerliği ile değil, içerik bakımından da Helence farmakos kavramını kuvvetli şekilde çağrıştırır. Tesadüf olmasa gerek, farmakos geleneğinde, günah keçisi ilan edilen kişi, kenti kötülüklerden “kurtarmak” için bir tür “kefaret” olarak kabul edilir.


assos.city

Assos ve Felsefe 2020
Çerez ayarları
X
Bu site size daha iyi bir deneyim sunmak için çerezleri kullanır.
Hepsini kabul edebilir veya izin vermekten memnuniyet duyacağınız çerez türlerini seçebilirsiniz.
Gizlilik ayarları
Bu web sitesinde gezinirken hangi çerezlere izin vermek istediğinizi seçin. Lütfen bazı çerezlerin kapatılamayacağını unutmayın çünkü bunlar olmadan web sitesi çalışmayacaktır.
Gerekli
Spam'i önlemek için bu web sitesi iletişim formlarında Google Recaptcha'yı kullanıyor.

Bu site aynı zamanda web sitesinin düzgün çalışması için gerekli olan e-ticaret ve ödeme sistemlerine yönelik çerezler de kullanabilir.
Google Hizmetleri
Bu site, ziyaret ettiğiniz sayfalar ve IP adresiniz gibi verilere erişmek için Google'ın çerezlerini kullanır. Bu web sitesindeki Google hizmetleri şunları içerebilir:

- Google Haritalar
Veri odaklı
Bu site, aşağıdakiler de dahil olmak üzere ziyaretçi davranışını kaydetmek, reklam dönüşümlerini izlemek ve hedef kitleler oluşturmak için çerezleri kullanabilir:

-Google Analytics
- Google Ads dönüşüm izleme
- Facebook (Meta Piksel)